21 Ekim 2011 Cuma

Bir Zamanlar Anadolu'da


Ülkemin bir köşesinde rüzgar esiyor...
O kadar biz, o kadar bize ait ki her şey.

Binbir tane detay. Hangisini anlatmalı?


--spoiler--

Filmi eski bir Avrupa sinemasında izledim. Salonda ki Türkçe bilen iki üç kişiden biri olduğumu söylemem daha önemli. Çünkü bazı kavramların dili aşmasının; doğduğumuz, büyüdüğümüz, sokaklarında kendimizi bulduğumuz, kısacası bizi biz yapan her şeyden bağımsız anlaşılmasının neredeyse imkansız olduğunu düşünüyorum. Bugün benimle sinemada bu filmi izleyenler belki filmi çok beğendiler ama onlara şaka gibi gelen, duvarları banyo fayansı kaplı otopsi odasını gördüklerinde ürperdikleri, o uzak ülkelerde ki otantik buldukları elektriği olmayan evler şaka değil. Biz bu gerçeğin içinden geldiğimiz için bazı sahneler o kadar can acıtıcıydı ki...


"Allah sağlık versin savcım, elektrik mühim değil" diyebilen ülkemin insanını bizden başka kim anlayabilir ki? İnancın, kabullenmenin, tevekkülün ağzımızda bıraktığı o buruk tat. Burda ki insanların hiçbir zaman anlayamayacağı o garip kabulleniş.

Kara mizah dedikleri şey bu olsa gerek dediğim sahneler çok fazlaydı. Cesetmiş, ölümmüş, soğukmuş dinlemeden derdini sıkıntısını anlatan insanımın ( belki erkeğimin demek daha doğru olur ki filmle ilgili diğer önemli konu kadınların her şeyden uzak - ama her şeyin içinde olmasıydı) hiçbir durumda vazgeçemediği o günlük konuşmalardı beni en çok gülümseten. Cesetin yanına atılan kavunlardı ya da. Karısı arayınca love story çalan ama evine gitmemek için çalışmaya devam eden erkeğimin çaresizliğiydi belki.

Her şeyin ötesinde camımızı açtığımızda duyabileceğimiz o seslerdi. En modern şehirden en doğuda ki şehre kadar Türkiye'nin herhangi bir yerinde şahit olabileceğimiz konuşmalardı, insanlardı, olaylardı.

Kısacası bize ait olan- bizi biz yapan her şeydi...

Fotoğraflar: beyazperde.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder